Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından gazeteci Falih Rıfkı Atay, Ulu Önderin ölümü sonrası şu ifadeyi kullanır: “En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk Tarihinin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü.” Kendisinin bedensel kaybının yaratacağı etkiyi ve oluşacağı boşluğu öngören büyük kurtarıcı, yarattığı düşünce sistemini sorunların çözümü olarak bırakırken, bunun anlaşılmasına yönelik birçok açıklamada bulunmuştur. Bunlar başlıca şunlardır:
“Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.”
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir”, “İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur.” Atatürk’ün ilke ve devrimlerinden uzaklaşmanın faturasını ülkece ödediğimiz günümüzde, uzmanlar Atatürk’ün fikir yapısını ve günümüzdeki önemini Cumhuriyet’e değerlendirdi.
***
“ULUSAL, LAİKLİK, ÖZGÜRLÜKÇÜ CUMHURİYETÇİLİK”
Prof. Dr. Mevlüt Çelebi – Ege Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı
Cumhuriyetin bir rejim ve dahası bir yaşam biçimi olarak hayatımıza girmesi Atatürk sayesinde mümkün olmuştur. Atatürk’ün Millî Mücadele döneminde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” anlayışının Cumhuriyet rejimiyle hayata geçirilmesi aşama aşama gerçekleşmiş; 23 Nisan 1920’de doğan çocuğa 29 Ekim 1923’te isim konulmuştur: Cumhuriyet.
Atatürk’ün rejim olarak cumhuriyeti seçmesinin temel sebepleri vardır. Türk milletinin yaratılışına en uygun rejim olarak Cumhuriyeti gören Atatürk, Cumhuriyeti ilan etmekle Anadolu halkına vefa duygusunu göstermiş oldu. En zor zamanda son bir gayretle Türk ata yurdunu kurtaran halka zafer kazanıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmak Atatürk’e yakışmazdı. Herhangi bir zorlama, talep ve telkin olmadan Cumhuriyetin ilan edilmesi Atatürk’ün çağdaşlık anlayışıyla yakından ilgilidir.
“İÇİNİN BOŞALTILMASINA KAYITSIZ KALINMAMALI”
Atatürk, kendi nesli gelecek Türk nesilleri yaşamasın ve Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olsun diye topyekûn bir çağdaşlaşma hareketi başlattı. Bu bakımdan ele alındığında, böyle bir iddiada bulunan liderin başka bir rejime yönelmesi düşünülemezdi.
Atatürk’ün Cumhuriyeti, Cumhuriyetçiliği, Ulusal, laik, çağdaş, özgürlükçü, hukuk devleti ilkelerine uyan, değişime açık, eşitlikçi, tam bağımsızlıkçı ve birlik ve beraberliği her şeyin önünde tutan bir niteliktedir. Cumhuriyetimizin kuruluş ilke ve değerlerinden uzaklaştırılarak yalnızca adının cumhuriyet olduğu, içinin boşaltıldığı göstermelik bir cumhuriyete dönüşmesine fırsat vermemeliyiz. Akıl ve bilim önderliğinde, ortak akılla, liyakati esas alarak ve uzlaşıyla cumhuriyetimizi demokratik değerlerle zenginleştirerek ileriye götürmek ve ilelebet payidar kalmasını sağlamak bizim için tarihsel bir ödev ve sorumluluktur.
***
“TÜRKİYE BİR HALK DEVLETİ OLARAK KURULMUŞTUR”
Prof. Dr. Şaduman Halıcı – Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümü
Öncelikle dikkatinizi çekmek istediğim bir konu var. Altı ilke 1931’de CHP Programına alınmış, 1935’te Kemalizm adını almış, 1937’de anayasal nitelik kazanarak devletin ilkeleri/ideolojisi olmuştur. Ancak altı ilke bu tarihlerden yıllar önce uygulamaya konmaya başlanmıştır. Yani Kemalizm masa başında üretilen ilkeler bütünü değil, uygulamaya konan, başarısı kanıtlanan bir ideolojidir.
Kemalizm’in Halkçılık düşüncesi biri Fransız Solidarizmi diğeri Rus kaynaklı Narodnizm olmak üzere iki kaynaktan beslenmiştir. Bu çerçevede Solidarizm’in siyasal açıdan ulus egemenliğini, ekonomik açıdan devlet müdahaleciliğini öngören halkçılık anlayışı ile Narodnizm’in köylüyü temel alan ve kapitalist sistemin ortaya çıkardığı eşitsizlikleri önlemeyi amaçlayan halkçılık anlayışı öne çıkmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk 14 Ağustos 1920’de “Bizim nokta-i nazarımız –ki halkçılıktır kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulunmasıdır.”, “Bir kelime ile ifade etmek lazım gelirse diyebiliriz ki, yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir” der. Son vurgu çok önemlidir.
“HALKÇILIK BEYANNAMESİ”
Halkın devleti olan Türkiye daha ilk hükümetinde Osmanlı’da hiç görülmeyen bir bakanlığı örgütlemiştir. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’dır. Sosyal devlet düşüncesini de içinde barındırır. Yeni devletin kurucuları Anadolu İhtilali’yle emperyalist ve kapitalist Batı’ya karşı tam bağımsızlık için mücadele ederken, aynı zamanda Aydınlanma Çağı’nın simgesi olan çağdaş değerlere ulaşmayı, “muasır medeniyet”i yakalamayı, hatta bu değerleri aşmayı da amaçlamıştır. Yeni Türkiye Devleti’nin izleyeceği politikayı da Mustafa Kemal Paşa 13 Eylül 1920’de “Halkçılık Beyannamesi”yle ortaya koymuştur.
İlk bölümü TBMM’nin amacı olarak değerlendirilen bu beyanname ile Meclis de halkı “emperyalizm ve kapitalizmin tahakkümünden” kurtarmayı, tam bağımsızlık için dış ve iç düşmanlarla sonuna dek savaşmayı, halkı “sefalete” sürükleyen nedenleri ortadan kaldırarak eğitimi, adaleti, toprağı, maliyeyi, ekonomiyi ve toplumu ilgilendiren tüm konularda çağın gereklerine ve halkın gereksinimlerine göre “yenilikler ve tesisler” yapmayı yükümlenmiştir. Kemalist Halkçılık ulus egemenliği ilkesi ile demokrasiyi, iş birliğini öne çıkaran anlayışı ile herkesi eşitleyen yurttaş kavramını, halkın mutluluğunu sağlama anlayışı ile ekonomik refahı hedeflemiştir.
***
“TÜM YASALARIN İÇİNDE LAİKLİK VARDI”
Prof. Dr. Ayşe Yüksel – Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı
“ÇAĞIN GEREKSİNİMİ”
Ne yazık ki, yüzüncü yaşını kutladığımız Atatürk Cumhuriyetinin elli yılı laikliğin yok edilmesine karşı oluşan çabalar, uygulamalar, çıkarılan yönetmeliklere karşı mücadele ile geçti. Laiklikten, her geçen yıl daha fazla uzaklaşılmaya başlandı. Oysa artık 21. yüzyıldayız. Bu yüzyıl bilim ve teknoloji yüzyılı. Bu dönemde laikliğe daha çok gereksinimimiz var. Laik bir ülkede, aklın ve bilimin özgürlüğü ile yenilikleri, çağın gereksinimlerini öğrenmek, uygulamak daha çok önemli. Laiklik aydınlanmanın önünü açar. Çünkü laik eğitim, dogma ve önyargıya karşıdır, kanıta dayalı inançtır. Kanıt ise bilimseldir. Tüm bu nedenler ışığında Atatürk’ü anlamış, özümsemiş, devrim ve ilkelerini benimsemiş evlatları olarak onun en önemli eserim dediği Laik Cumhuriyeti yaşatmaya ant içtik.
***
“ORTAK KÜLTÜR ETRAFINDA PEŞKEŞE KARŞI ÇIKMAK”
Dr. Abdullah Kehale
Altı ok içinde çok önemli yer tutan ulusçuluğu/milliyetçiliği Atatürk, herhangi bir din ya da ırka değil, ülkede yaşayan herkesin ortak paydası olan ortak kültüre dayandırmıştı. Yani binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan insanların oluşturduğu bir kültür anlayışına…
Atatürk Çanakkale savaşından sonra kendisini tebrik etmeye gelen İzzettin Paşa’ya (Önder) kendisinin sadece Truvalıların’ın öcünü aldığını söylemişti. Atatürk bu topraklarda yaşayan tüm medeniyetlerin ortak bir mirasçısı olarak görüyordu kendini.
Unutmamak gerekir ki Osmanlı’dan miras kalan toplum çok sayıda etnik grupları barındıran, çok farklı dinsel inançları olan çok kültürlü bir toplumdu. Oysa ulusu oluşturacak olan ortak kültürdü. Devlete yüklenen görev de, farklı kültürlere ait bireylerin kendi kültürlerini yaşamasına olanak sağlayan ve yurttaşları ortak kültür dediğimiz bir payda etrafında birleşmesini sağlayan bir yapı oluşturmaktır.
“BİRLEŞEN GÜÇLENDİ, AYRILAN ZAYIFLADI”
Atatürk’ün başta haklılığını, başta Yugoslavya örneği olmak üzere yakın tarihte yaşanan olaylar kanıtlamıştır. Farklılıkları reddetmeyen ancak ortak değerleri kurumsallaştıran bu ulusçuluk anlayışının, farklılıkları kurumsallaştıran ulus anlayışına karşı kazandığı üstünlüğün en önemli örneği Türkiye Cumhuriyeti’dir. Mareşal Tito tarafından kurulan Yugoslavya’da çeşitli dinsel ve etnik kökene sahip insanlar Yugoslavya bayrağı altında farklılıklarını koruyarak bir araya gelmişti. Ancak bugün bu insanlar Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Kosova olarak kendi devletlerini kurmuşlardır. Oysa Doğusu ve Batısı birleşen Almanya, sağlam ekonomik ve sosyal yapısıyla Avrupa’nın en güçlü ülkesi olmuştur.
Benzerliklerin kurumsallaştırıldığı Türkiye ise üniter yapısını korumayı bilmiştir. Tarih Atatürk’ü haklı çıkarmıştır. Gittikçe evrenselleşen dünyada ulusçuluk, tek taraflı bağımlılığı değil, karşılıklılığı savunmaktadır. Ulusal çıkarların kişilere, çıkar odaklarına, başka devletlere ya da o devletlere bağlı kişi ve kurumlara peşkeş çekilmesine karşı çıkmaktadır.
***
“CUMHURİYET İSTİKAMETİ, İKTİSAT DEVLETİDİR”
Dr. Serdar Şahinkaya – 21. Yüzyıl için Planlama Grubu Koordinatörü
Her ne kadar devletçilik ilkesi, parti programına 1931 yılında yazılmış olsa da; geçmişi oldukça eskidir. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve diğer kurucu kadrolar askeri okullarda aldıkları eğitim dizgesi içerisinde 1600’lü yıllar Fransa’sının efsane Maliye Bakanı Jean Baptiste Colbert’in milli iktisat ve korumacılık görüşlerini içeren makaleler bulunmakta idi. İşte bu makalelerle ile yüz yüze gelen Atatürk ve arkadaşlarının fikri altyapıları oldukça etkilenmişti. Ayrıca, bu kuşak, Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiliz liberalizmi tarafından nasıl tutsak alındığı ve iktisadi altyapının nasıl çökertildiğini bizatihi yaşamışlardı.
Atatürk’ün, Afet İnan’a yazdırdıklarıyla 1931’de yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’de devletçilik tarif edilir; “: “Hülâsa, bizim takip ettiğimiz devletçilik; ferdî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bilhassa iktisadî sahada – devleti fiilen alâkadar etmektedir”.
“1930’LU YILLARDA OLDUĞU GİBİ”
9 Mayıs 1935’te toplanan kurultay Mustafa Kemal Atatürk’ün katıldığı ve konuşma yaptığı son kurultaydır. Orada “Görüyorsunuz ki arkadaşlar; yepyeni bir güdümlü ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyoruz. Partimizin ekonomik anlayışı; bu yöndeki programımızın, yurdun ihtiyaçlarını karşılayacak ve onu az zamanda gelişmeye ve genişliğe erdirecek en iyi program olduğunu gösterecektir” ifadelerini kullanır. Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk, devletçilik sözcüğü yerine güdümlü ekonomi terimini kullanmıştır. Cumhuriyetin istikameti, fetih devletinden iktisat devletinedir. Ve bunun sihirli denklemi de: Sanayileşme + Demiryolları = Devletçiliktir.
Bugün tıpkı 1930’lar Türkiye’sinde olduğu gibi planlama bir toplumsal hedef haline dönüştürülmeli, dış dünya ile ilişkiler ve bu alandaki kontrol mekanizmaları «yeniden» ve «akıllıca» tasarlanmalıdır. Bu kapsamda Türkiye Kamucu – Kalkınmacı – Halkçı Devlet niteliğini yeniden kazanmalı, reel sektörün yapısını çağa uygun iyileştirmelerle geliştirmek, tüm sektörler çapında emek üretkenliğini artırmak ve buna paralel bölüşümü adaletli hale getirmek için planlamayı yeni bir anlayışla merkeze koymalıdır.
***
“TÜRK DEVRİM MODELİ”
Doç. Dr. Mahmut Bolat – Ahi Evran Üniversitesi
Atatürk’ün devrimcilik anlayışı, her türlü kalıplaşmış fikri reddeden, aklın ve bilimin rehberliğinde ve değişen dünyanın koşullarına göre devlet ve toplum yapısında sürekli olarak daha iyiye doğru gelişme öngören bir yapıdadır. Atatürk hareketi, aynı zamanda geçmişten kopuş ve geleceğe yöneliş hareketiydi. Böyle bir hareketi de ancak, tutuculuktan, gelenekçilikten, eskiye bağlılıktan en kolay kurtulabilenler yürütebilirlerdi. Bu güç de gençlik olduğu içindir ki, Atatürk, başlattığı hareketi gençliğe emanet etmiştir.
“BATI’DAN FARKLI, İLHAM VEREN MODEL”
O, giriştiği eylemle Batı’nın yenilmezliği tezini çürütmüş, yeni ve modern bir demokratik devlet kurmuş ve bunu da Batı’deki devlet modellerinden farklı bir model ile başarmıştır. Şöyle ki Batı’daki modellerde önce toplumun kurulacak düzene hazır hale getirilmesi sonra yeni düzenin kurum ve kuruluşlarının oluşturulması sonrasında devletin kurulması söz konusudur. Oysa Atatürk’ün modelinde Batı’dakilerden farklı olarak ilk önce devleti, sonra gerçekleştirdiği devrimlerle altyapıyı, devleti ayakta tutacak kurum ve kuruluşları oluşturmuş ve sonrasında da oluşturduğu düzeni halka benimsetmek için yani devletin temelinin atılması için bir hız bir ivme kazandırmıştır. Yani sistemi tersten işletmiştir.
Bu şekliyle Türk devrim modelini oluşturmuştur ki bunu “Biz, benzememekle ve benzetmemekle iftihar ederiz. Çünkü biz, bize benzeriz” sözünde de görmekteyiz ve Türk devrim modeli, bu kendine has özellikleri ile mazlum uluslara ilham kaynağı olmuştur. Asya’da Afrika’da bu tür devrimler yaşanmış, sömürge sistemler yıkılmış, insan haklarına yönelik fikirler yayılmaya başlamıştır ki gelişmelerin çok geç yaşandığı bu toplumlarda, yukarıdan aşağıya bir devrim modeli ile çağ yakalanmaya çalışılmıştır.